12 Ağustos 2014 Salı

İğneada, Longoz Ormanları, Termik Santrale Hayır Etkinliği ve bozulan araba


Öncelikle biraz Longoz Ormanı'nın ne olduğundan bahsedelim, Longoz (Subasar) çok farklı bir ekosistem, Türkiye'de sadece İğneada (Kırklareli), Acarlar (Sakarya), Sarıkum (Sinop) ve Kızılırmak Deltası (Samsun) da longoz niteliğinde orman bulunuyor, bu ormanların en büyüğü ve korunmuşu İğneada Longozu. Bu ekosistem sadece Türkiye'de değil, Avrupa'da da zor bulunuyor, İğneada Longozu, Avrupa'daki longozlar içinde de hem büyüklük hem de korunmuşluk anlamında önemli bir yerde.


Longoz, denize akan akarsuların getirdiği kumların birikip bir set oluşturmasıyla, akarsu ağzının kapanması ve akarsuyun biriktiği ormanda oluşan bir ekosistem. Bu ekosistemin devam etmesi için en önemli koşul suyun sürekliliği.

Bildiğiniz ya da bilmediğiniz gibi İğneada'da devletin bir Termik Santral Projesi var, yasalara aykırı olmasını geçiyorum, getireceği tonlarca zarar var. Bu projenin gerçekleşmesi durumunda en önemli longoz ormanımızı kaybedeceğiz. Bu konuda bilgi isteyenler için; http://www.longozukoru.org/

Gelelim konumuza; Longoz Ormanları'na Termik Santral yapılmaması için bir 5-6 Temmuz'da İğneada'da bir kamp yapıldı. Kampı "Kuzey Ormanları Savunması"ndan duyup, katılmaya karar verdik, 5 Temmuz'da İstanbul'dan otobüslerle İğneada'ya yola çıkıldı ama gündüz çalışmak zorunda olduğumuz için biz de akşam kendi arabamızla gitmeye karar verdik. Bir arkadaştan çadır tedarik edip, yola koyulduk, İğneada'da bir kamp alanı var, çadırlar bu kamp alanına kurulacaktı, daha önce gerekli izinler alınmış olmasına rağmen etkinliğe çok kısa süre kala izinler iptal edilmiş ve bu yüzden kamp alanının İğneada'ya 14km uzaklıkta olan Beğendik Köyü'nde kurulmasına karar verilmiş.
Arabayla Tem'den ayrıldıktan sonra ormanların içinden harika bir yol başladı, güle eğlene gidiyoruz, tek üzüntümüz geç kalmış olmamız ama olsun, yine de neşeliyiz. İğneada'dan önce Demirköy var, tam Demirköy civarlarındayız, araba bozulmaya başlıyor... Devir sıfıra düşüyor, araba sanki benzini almıyor gibi ağırlaşıyor, gösterge panelinde bir sürü ışık yanıyor!! Sonra bir anda düzeliyor, gaza basıyoruz, 3-5 dakika gidiyoruz sonra yine aynı şeyler oluyor.. Araba ford focus, 2006 model.



Bu arada hava kararıyor, araba sürekli bizi sınıyor.. Böyle böyle İğneada'ya geliyoruz. İğneada hiç beklemediğim bir şekilde cıvıl cıvıl, yani hava kararmış ama sokaklar, restaurantlar, kafeler insan dolu, çok seviyorum böyle yaşayan şehirleri. Biz yine de burada çok vakit geçirmiyor ve bir an önce kamp yerine gitmek istiyoruz ve Beğendik Köyü'nü sormaya başlıyoruz, kime sorsak çok yardımsever, çok sıcak :) Arabanın tüm engelleme çalışmalarına rağmen Beğendik Köyü'ne ulaştık ve kamp alanını bulduk, hepimizin kafasında; "yarın sabah araba çalışacak mı acaba?" sorusu olsa da, bu konuyu düşünmeyi yarın sabaha bırakıp, kamp alanına vardık.

Deniz manzaralı kampımızda, kamp ateşi yakılmış, kampçılar ateş başında şarkılar söylüyorlar :) Hemen uygun bir yer bulup çadırı kurup, ateş etrafındaki yerimizi aldık, artık arabayı ve yorgunluğumuzu unuttuk. Burada ateşin karşısında bulunan, duyarlı insanları seviyorum. Ormanı korumaya çalışan, bunun için birşeyler yapan, elini taşın altına koyan harika insanlar, iyi ki varsınız...

 
 

 Sanatsal bir poz yakalıyoruz nihayet :)


Kamp ateşi etrafındaki eğlence uzun sürüyor, gitar çalanlar, saz çalanlar, şarkı söyleyenler, ateşin başında sohbet edenler... Keşke sabahtan gelebilseydik diye düşünüyorum.. Sonra çadırımıza yatmaya gidiyoruz.


Henüz çadır tatili konusunda çok deneyimli olmadığımız için mat, fener, uyku tulumu gibi bir sürü eksiğimiz var, aslında bir tek çadırımız var :) Hatta çadırı da ödünç aldık ama bu kamp macerası bizi bu konuda gaza getirdi, tam teşekküllü bir çadır kampı kiti yapmaya karar verdik :) Eksik malzemeler sayesinde, üşüye üşüye uyuduk, yine de kimse off puff etmedi, "iyi ki geldik" dedik, sadece araba bozulmasa her şey harika olacaktı...

Sabah temiz bir havaya uyandık, karşımızda Beğendik sahili, elimizi yüzümüzü yıkadık ve kahve için sıcak su aldık, kampçılar birer ikişer uyandı, güneş harika, deniz masmavi, keşke hayat hep bu kadar güzel olsa :)





Kahvemizi içerken artık arabayı düşünmeye başladık. Aslında bugün kamp programına göre olması gerekenler şunlardı;

"09.00 Kahvaltı

10:00 –12:00 – Marmara ve Trakya Çevre Mücadeleleri Forumu ve atölyeler
Atölyeler: Kuş Gözlem Atölyesi, Hambach Ormanları direnişçisi dostlarımızın katılımıyla Ağaç Tırmanma Atölyesi, Nükleer Karşı Platform Atölyesi, Tarlataban Atölyesi

12.30 Kamp toplama ve temizlik

13.30 İğneada’ya hareket ve Longoz Ormanları’nda yürüyüş

16.00 İstanbul’a hareket"

Ama araba bozuk olduğu için ve problemin ne olduğunu bilmediğimiz için bu programa katılamadık, bu çok üzücüydü... kahveyi bitirdikten sonra çadırı toplayıp, arabaya doğru yol aldık.. İçimden "araba çalışsın" diye dua ediyordum ama duam %50 işe yaradı sanırım, araba dün bıraktığımızdan biraz daha kötüydü, çalışmasına çalışıyordu ama aynı şekilde, biraz rölantide gidiyorduk, düzelir gibi olunca gaza basıp hızlanıyorduk, bu şekilde İğneada'ya kadar geldik ve İğneada'da deniz kenarında kahvaltı yapıp, bir tamirci soruşturmaya karar verdik. Kahvaltımız çok zengin olmasa da manzaramız çok güzeldi :)





Kahvaltı sırasında İğneada'da tamirci olmadığını öğrendik, tamirci Demirköy'de olabilir dediler, aynı şekilde Demirköy'e geldik, bir tamirci bulduk gerçekten ama çok da işe yaramadı ve artık pes edip, çekici çağırdık. Pes edip, çekiciyi çağırdığımız yerde, Bonanza adında bir restaurant vardı, orada beklemeye karar verdik ve çok doğru bir mekan bulmuşuz kendimize :)
Ufak bir derenin yanında, ağaçların altında, serin ve güzel bir yerdi ayrıca kiremitte kaşarlı mantarlı alabalık yedik, gerçekten çok başarılıydı, buralardan geçiyorsanız mutlaka deneyin derim :) Salata ve yoğurt da harikaydı.




Daha sonra çekici geldi, arabanın içine yerleşip, biraz etrafı izleyip, biraz kitap okuyarak ford yetkili servisine geldik. Yol gerçekten çok güzeldi..


Biraz stresli ve fazlaca masraflı bir gezi oldu ama yine de İğneada, Beğendik köyü, buralara giden yollar çok çok güzeldi. Planlarımızın arasına çadır takımını hazırlayıp, en kısa zamanda tekrar İğneada'ya kampa gitmeyi ekledik :)

3 Ağustos 2014 Pazar

Dağların tepesindeki büyülü şehir : Termessos

Termessos, Antalya'nın yaklaşık 30 km kuzeybatısında, Korkuteli yolu üzerinde bulunan, oldukça iyi korunmuş antik bir şehir. Güllük dağının batısında kurulmuş olan Termessos'un bence en güzel yanı şehrin ormanın içinde olması.
Termessos'un girişi Milli Park olarak korunuyor, girişte müze kart geçerli, müze kartı olmayanlara kişi başı 5 TL giriş ücreti var.

Termessos'un Anadolu'nun eski halklarından Luvi'lerin soyundan gelen Solym'ler tarafından kurulduğu biliniyor. Büyük İskender'in İ.Ö. 333'de Termessos'u kuşattığı ama Termessos'luların kenti savunarak, teslim etmedikleri ve Roma imparatorluğu döneminde hala bağımsızlıklarını korudukları da bilinenler arasında ama Bizans ve sonraki dönemlerdeki durumu hakkında bilgi bulunmuyor.

Şehre giderken ormanın içinde biraz zorlu bir yürüyüş yolu var ama yol o kadar güzel ki yürüyüş o kadar yorucu gelmiyor. Ayrıca yol boyunca, oturup dinlenebileceğiniz banklar var :)



Tırmandıkça tarihi kalıntılar karşınıza çıkıyor, bu kadar yüksekte, dağın tepesine bir medeniyet kuran insanları merak etmeden yapamıyorsunuz...


Şehrin büyük kısmı ormanın içinde, ormanla bütünleşmiş halde, bekçilerden öğrendiğimiz kadarı ile kazılmayan, ortaya çıkarılmayan yerler de bulunuyormuş.


Evler, dükkanlar, devasa boyutta sarnıçlar, tapınaklar, anıtlar, mezarlar, gymnasium, kanalizasyon şebekeleri, gözetleme kuleleri, şehir surları...




Ve tepede, uçuruma bakan, tüm görkemiyle şehir tiyatrosu... 2014 yılının Türkiye'sinde hala tiyatrosu olmayan şehirler bulunurken, 2500 yıl önce insanların her şehre tiyatro kuruyor olması düşündürücü..




Tiyatro dağın tepesinde ve uçurum manzaralı, buraya giderken termosunuza sıcak suyunuzu koyun, tiyatronun basamaklarında oturup, kahvenizi içerek manzaranın tadını çıkarıp, bu şehri kuran insanların yaşamlarını düşünün...





Termessos'u umarım en kısa zamanda keşfedersiniz. Gidecek olanlara bir uyarı daha, su veya başka bir şey alabileceğiniz bir büfe yok, o yüzden yanınıza mutlaka su alın.

1 Ağustos 2014 Cuma

Londra, Londra...

Bir fuar için Londra'ya gitmem gerekti. Pasaportum Londra seyahatinden 4 gün önce gelip beni biraz "ya yetişmezse" stresine soksa da sonunda iş gezisi / ücretsiz tatilime çıkabildim. Bu arada vize işlemleri 15-20 gün içinde bitti, acenteyle görüşmem, evrakları vermem, randevu alınması, görüşme ve pasaportun bana ulaşması 15-20 gün.
Öncelikle Londra hiç düşündüğüm gibi bir şehir değilmiş ya da ben Londra ile ilgili aslında hiç bir şey bilmiyormuşum. Kafamda diğer Avrupa şehirleri hatta İstanbul gibi bir şehir varmış, yani İngilizlerin yaşadığı ve İstanbul'dakinden çok daha fazla turist olan büyük bir şehirmiş kafamdaki. Ama gidip de gördüğüm zaman Avrupa'dan çok Amerika gibi buldum diyebilirim, İngilizler ve göçmenler ve turistler... Her dükkanda, cafe'de, restaurant'ta; Pakistan'lı, Hindistan'lı, Afganistan'lı, Mısır'lı, Kıbrıs'lı hatta Türk göçmen İngilizler çalışıyor, yaşıyor... Bu yönüyle Londra gerçekten bir dünya şehri. Sanırım biz Türkiye'de gerçekten çok kendi kendimize, çok yalıtılmış yaşıyoruz.
Bu gezide gruptan çok fazla ayrılamadığım ve çok fazla vaktim olmadığı için sokaklarda saatlerce dolaşıp şehri keşfetme, Londralıların hayatlarını izleme şansım da çok olmadı ama turist olarak görülmesi gerekenler listesindekilerin bazılarını tamamladım diyebiliriz :)
Heathrow havaalanında indikten sonra Piccadily metro hattına binerek, yaklaşık 1 saatte Londra merkezinde olabiliyorsunuz, bu hattın ücreti 5-6 £ civarında. Diğer havaalanlarından merkeze gelmesi daha uzun sürüyormuş. Heathrow Havaalanı gerçekten çok büyük. Metro girişinden ücretsiz haritanızı almayı unutmayın :)
 London Eye
Şehir Merkezine geldiğimizde şansımıza hava soğuk veya yağmurlu değildi. İlk olarak London Eye olarak bilinen Thames nehri kenarındaki büyük dönme dolaba geldik. Bu dönme dolap Big Ben saat kulesinin karşısında bulunuyor, kocaman ve harika görünüyor!
Hemen Dönme dolaba binip, Londra’yı ilk olarak yukarıdan keşfetmeye karar verdik. London Eye'a binerken çeşitli seçenekler bulunuyor, Standart bilet, hızlı geçiş (saate göre rezervasyonlu), flex hızlı geçiş (istenilen saatte girilebiliyor), rehberli bilet, gece ve gündüz bileti, hatta özel biletler, şampanyalı, viskili vs. Oldukça çok seçenek var, uygun olanı seçip, biletinizi alıyorsunuz, ilk başta sizi bir salona alıyorlar, salonda kraliyet ailesi ile ilgili fotoğraflar var, daha sonra burada 4D kısa bir film izliyorsunuz. Sonra London Eye :) Gerçekten güzel bir deneyim oldu, dönme dolabın turunu tamamlaması 30 dakika sürüyor, keşke hava biraz daha açık olsaydı. Manzara gerçekten çok güzel ve insan gece ışıklar içinde ayrı bir güzedir diye düşünmeden de edemiyor.
 London Eye'da şampanya içmek de ayrı güzeldi :)
Big Ben
Big Ben, aslında Westminister Sarayı'nın saat kulesi ama Big Ben adıyla biliniyor, yıllar içinde o kadar az ve saniselik hatalar vermiş ki saatin doğruluğu ile ünlenmiş, yaklaşık 150 yıl önce yapılmış ve gerçekten sarayla birlikte çok harika ve görkemli görünüyor.

Buckingham Sarayı
Buckingham Sarayı, Kraliyet ailesinin saraylarından biri, hala kraliyet ailesi tarafından bazı bölümleri aktif olarak kullanılıyor ama belli bölümlerini de gezmek mümkün, isterseniz bu bölümleri gezdiren turlara katılabilirsiniz. Ayrıca eğer saat 11.00 gibi burada olabilirseniz, askerlerin nöbet değişim törenine rastlayabilirsiniz ama fotoğraf çekmek istiyorsanız, daha erken gelip, güzel fotoğraf çekebileceğiniz bir yeri tutmanız gerekiyor çünkü gerçekten çok kalabalık oluyor.
Metroyla gelecekseniz Green Park durağında inmelisiniz.
Tower Bridge
Evet işte burası o hep fotoğraflarda gördüğünüz sadece Londra'nın değil belki de dünyanın en ünlü köprüsü ya da en ünlü köprülerinden biri diyelim. 1800'lerin sonunda yapımı tamamlanmış, hemen yanındaki Londra Kalesi ile görsel olarak uyumlu ve açılır kapanır yapısıyla harika bir mimari örneği :) Thames Nehri'nin üstündeki bu güzel köprünün bol bol fotoğrafını çektik, köprünün içine girebilmek ve üst kata çıkmak mümkün, benim vaktim olmadığı için çıkamadım, özellikle Londra kalesinin ışıklarının da etkisiyle çok güzel gece fotoğrafları çekilebileceğini düşünüyorum.
Belli saatlerde köprü açılıp kapanıyormuş, internet sitesinde hangi saatlerde açılacağı ile ilgili bilgi oluyormuş, izlemek isterseniz, takip edebilirsiniz.


Londra Kalesi (Tower of London)
Bence Londra Kalesinin en güzel yanı şehrin merkezinde olmasıydı, haliyle şehrin sembollerinden biri ve "Londra'da gezilecek yerler" listesinde üstlerde. Kale gerçekten çok görkemli, 11. yüzyılda yapımına başlanmış, ara sıra genişletilerek bugüne gelmiş. Uzun bir kuyruk sonunda kaleyi gezmeye başladık, kale içinde kraliyet ailesinin mücevherlerinin sergilendiği bir bölüm var, burada fotoğraf çekmek yasak, özellikle taçlar o kadar şatafatlı ve gösterişli ki..
Şu an müze olarak gezip, bahçesinde dinlensek de bir zamanlar bu kalede kralın düşmanlarının işkenceler içinde öldürüldüğünü veya hapsedildiğini bilmek insana biraz garip geliyor.





 Camden Town
Londra'nın farklı bir yüzünü görmek için metroya atlayıp Camden Town'a geldik, Camden Town'u mutlaka görmelisiniz, Camden Town'da her sokak, her dükkan ayrı güzel, yöresel ürünler, ikinci el kıyafetler, sokak sanatçıları, yemek kokuları, rock müzik, daracık sokaklar, enteresan kıyafetli Londralılarla rengarenk bir bölge burası. Fotoğraf çekmekten, alışveriş yapmaktan, dolaşıp sağa sola bakmaktan çok keyif alacaksınız. Eğer sevdiklerinize hediye götürecekseniz burada çok daha uygun fiyatlı ürünler bulabilirsiniz. Ben Camden Town'u çok sevdim, keşke daha çok dolanmak için zamanım olsaydı..








Covent Garden
Cam çatılı, ufak ufak turistik dükkanların, oyuncakçıların, kafelerin, pubların, restorantların bulunduğu turistik bir mekan. Dışarıda her saatte sokak sanatçılarını görmek mümkün, oturup sokak sanatçılarını izleyip, biraz dinlenebilirsiniz.
Apple Store burada bulunuyor, oldukça büyük, gezmenizi öneririm.
Kendinize veya sevdiklerinize değişik hediyeler alabilirsiniz ama daha uygun fiyatlı hediyeler arıyorsanız Camden Town'u tavsiye ederim.


















Piccadily Circus ve China Town
Londra'nın en hareketli meydanlarından birisi, filmlerde gördüğümüz ışıklı, kocaman reklam tabelalarının olduğu, biraz New York'daki Times Meydanını andıran ünlü meydan. Meydandaki çeşmenin üstünde Eros heykeli bulunuyor. Gün boyu koşuşturan insanlar ve turistlerle dolup taşıyor. China Town ve Soho'ya yürüyerek gidilebiliyor aynı zamanda Oxford Street'e komşu. Akşam mutlaka buraları gezmelisiniz, cıvıl cıvıl bir meydan :)
China Town'dan bir kare, bu arada eğer China Town'da bir şeyler yiyelim diye düşünüyorsanız, biz nereye baksak uzun bir kuyruk vardı, burada bir şey yiyemeden çıktık :)

M&M Dünyası (M&M's World)

Piccadily Circus'un çok yakınında bulunan, 4 katlı, çikolata ve hayal dünyası diyebiliriz, daha önce bir M&M'e yolunuz düşmediyse mutlaka içeriye girin, daha önce yolunuz düştüyse yine girin, çocukluğunuza bir yolculuk yapın, rengarenk çikolataların arasında kaybolun :)



Oxford Street
Londra'nın en meşhur, en uzun caddesi, sağlı sollu mağazalar bulunuyor, Disney World mağazası da var bu caddede, çocuklara hediye almak isteyen varsa tavsiye ederim :) Çok lüks mağazalar da bu caddede.
Aynı zamanda bu caddede Primark diye mağaza var ki, insanlar akın akın gelip, valizlerini doldurup gidiyorlar, benim alışveriş için çok vaktim yoktu ama bizim gruptan bir arkadaş 50 sterlin harcayarak 2 poşet dolusu giysiyle çıktı mağazadan, giysiler de kaliteli görünüyordu, alışveriş tutkunlarına duyurulur.
Oxford Street'e, Marble Arch, Oxford Street ve Tottenham Court Road metro istasyonları ile ulaşılabiliyor.

Harrods
Harrods Londra'nın en ünlü mağazasıdır, ünü 1850'lerden beri varolmasından kaynaklanıyor olabilir, gerçi bina olarak ciddi değişimler geçirmiş ama tarzını korumuş. Değişik dekorlarla sunulan lüks ürünleri, yedi katlı, heybetli binasıyla, çeşitliliğiyle alışveriş yapmayacak olan turistleri bile kendini çekmeye devam ediyor. Vaktiniz varsa Harrods'a mutlaka uğrayın.
Benim tatilim başladığı gibi hızlı bir şekilde bitiverdi, Londra'da yapmak istediğim, görmek istediğim daha onlarca şey vardı; British Museum, Hide Park, National Gallery, Nothing Hill, St. Paul Katedrali, Tate Modern, London Dungeon ve daha neler neler.. Ama grupla gitmiş olduğum ve bu aynı zamanda bir iş gezisi olduğu için fırsat bulamadım. Umarım siz bulabilirsiniz.

İyi eğlenceler herkese!!